Hacı Emin El-Hüseyni’den Hamas’a Savaşın ahlakı üzerine

Hacı Emin El-Hüseyni 1929 yılından 1948 yılına kadar Filistin Araplarının lideridir. Yine 1921-1948 yılları arasında Kudüs Başmüftülüğü görevini yürüten Hacı Emin, aynı zamanda, 1936 yılında Filistin’i temsilen Arap Yüksek Komitesi’nin kuruluşunu sağlamış ve liderliğini yapmıştı.

Hacı Emin, Nazilerin, Yahudi soykırımına fiilen başladığı 1939 yılında Almanya’ya gelir ve Berlin’e yerleşir. Nazilerin adını “Son Çözüm Yolu” koydukları, Yahudilerin topyekûn imhasını içeren planlarından haberdardır ve bu plana katkı sunmak için Berlin’e yerleşmiştir.

***

Bu doğrultuda, Nazi liderleriyle ilişki kurmakta gecikmez. Bu altı yıllık dönemde Nazi liderlerine hizmette olduğu kadar ikramda da kusur etmez. Bu süre zarfında Himmler, Goebbels, Von Ribbenrop başta olmak üzere Nazi liderlerini Berlin’deki konforlu villasında ağırlar. İkram sofralarının zenginliği ise dillere destandır. Périgrod ve Starzburg’un kaz ciğeri, Hazar Denizi’nin mersin balığı ve havyarı, hint kirazı, Doğunun tatlıları vs…

Onun Nazilerle iş birliği çabaları meyvesini vermiş olacak ki 1941 yılında Hitler onu makamında kabul eder. Bu buluşma onun Nazilerle ittifakını da pekiştirecektir.

1943 yılında, soykırımdan kurtarılan dört bin Yahudi çocuğunun Bulgaristan’dan Filistin’e gönderilmesini önlemek için bizzat Nazi Almanya’sının o dönemdeki Dışişleri Bakanı Ribbentrop’a başvurur. Amacı bu dört bin Yahudi çocuğunun da yok edilmesidir.

Yine, Ocak 1944’te Bosna’ya üç günlük bir ziyaret yaparak, kendisinin de desteğiyle Şubat 1943’te Nazilerin orada kurduğu Bosnalılardan oluşan Müslüman SS savaşçılarını teşvik eder, Müslümanlar ile Naziler arasındaki görüş ortaklıklarını ve ortak çıkarları bir kez daha vurgular.

Sonunda, 1945’te Nazilerin savaşı kaybetmesi üzerine, savaş suçlusu olan Hacı Emin önce Fransa’ya geçer, sonrasında ise bir yolunu bulup Filistin’e döner ve orada bir kahraman olarak karşılanır.

Birkaç gün önce, İran’ın açıktan desteklediği terör örgütü Hamas’ın, İsrail’deki yerleşim alanlarına yönelik başlattığı, savunmasız ve masum insanları hedef alan saldırı, savaşın ve düşmanlığın da bir ahlakının olması gerektiğini bana bir kez daha hatırlattı.

Evet, dün Filistin’in lideri Hacı Emin El-Hüseyni’nin Nazilerle iş birliği yaparak milyonlarca Yahudi’nin gaz odalarında yok edilmesine katkı sunması ne denli gayri insani ve gayri ahlaki idiyse bugün Hamas’ın yaptıkları da aynı ölçüde gayri insani ve gayri ahlakidir.

***

Bu noktada öncelikle şunu vurgulamalıyım: O topraklarda Yahudiler kadar Filistinliler de hak sahibidirler ve yine onlar da o toprakların kadim bir halkıdırlar. Ve evet, günümüzde büyük acıların yaşandığı o coğrafyada kalıcı ve insani barışın yegâne yolu bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasından veya Edward Said’in zamanında ısrarla önerdiği, tek bir devlet çatısı altında iki toplumun eşit ve özgür birlikteliğinden geçiyor.  

Yine, bu minvalde, İsrail’in, Filistin halkına karşı uyguladığı orantısız şiddet ve Müslümanların kutsalı olan Mescid-i Aksa’ya saldırısı gibi eylemlerinin kabul edilemez olduğunu vurgulamalıyım.

Fakat, Hamas’ın İsrail’e karşı binlerce roket eşliğinde düzenlediği saldırıda, genç-yaşlı, kadın-çocuk ayırımı gözetmeksizin İsrailli sivilleri hedef alması ve bu saldırılar sonucunda sivil insanın öldürülmesi başlı başına telin edilmesi gereken bir husus.

Bu saldırıdan bir gün sonra sosyal medyaya düşen kimi görüntüler ise, insanı insanlığından utandıracak türdendi. Bu görüntülerden birinde sivil bir Yahudi kadının, Hamas militanlarınca, öldürüldükten sonra çıplak bedeninin bir kamyonetin kasasında teşhir edilmesi, diğeri ise yine Hamas militanlarınca öldürülen bir İsrailli askerin cesedinin, kapısı açık bir araç içerisinde yerlerde süründürülmesiydi. Yine bir başka görüntüde Hamas militanları öldürdükleri İsrail askerlerinin kafalarını eziyor, cesetleri tekmeliyorlardı. Üstelik bu utanç görüntüleri yine Hamas militanlarınca sosyal medyada paylaşılıyordu. 

Şüphesiz, yerküre üzerinde savaşlar insanlığın tarihi kadar eskiye dayanır. Yine her savaş, savaşanlar için kendilerince haklı nedenlere dayandırılır. Ayrıca, her savaşta, savaşçılar, düşman bellediklerini yok etmek üzerine kurgulanırlar. Savaşlar tasvip edilemezler ama bunların önüne geçmek de mümkün değildir.

***

Fakat, yine her savaşın veya her düşmanlığın da kendi içinde bir ahlakı vardır veya ahlakının olması beklenir. Bu insani tutumun gereği de savaşlarda sivillere yönelik bilinçli ve planlı saldırıların her durumda kınanmasıdır. Yine savaşlarda, savaşçılar, öldürdükleri düşman askerlerinin cesetlerine bile saygı göstermek zorundadırlar. Çünkü bu ahlaklı ve erdemli bir davranışın olmazsa olmaz koşuludur. Nitekim savaşlarda gerek savaşan askerlerin gerekse de onlara komuta edenlerin bu yöndeki ahlaklı ve erdemli davranışlarına yüzlerce örnek vermek mümkün.

Örneğin 1915 Çanakkale savaşında yaşananlar da olması gereken bu insani davranışa bir örnek teşkil eder. Savaş sırasında, Gelibolu’da, Osmanlı birlikleriyle Anzak birlikleri savaşmaktadır. Tüm gün devam eden çarpışmalardan sonra gece olduğunda, iki taraf ta kendi mevziisine çekilir. Kimi yerlerde iki tarafın mevzileri arasındaki mesafe tarafların birbirlerinin konuşmalarını duyacak kadar yakındır.

Bütün gün birbirleriyle savaşan Osmanlı ve Anzak askerleri geceleri ise birbirleriyle konuşmaya başlarlar. O konuşmalar giderek öyle bir noktaya varır ki gün doğumunda tekrar savaşa başlayacak olanlar birbirlerine imkanları ölçüsünde yiyecek ve su mataralarını yollamaya başlarlar. 

***

Yine savaşın kendi içerisinde bir ahlakının olduğunun bir başka örneği Güney Kürdistan’da, özgürlük savaşçısı Kürt güçlerinin, yani peşmergenin Irak devletine karşı sürdürdüğü yarım yüzyıldan fazla süren savaşın kimi aşamalarında yaşananlardır.

Birinci örnek, savaşta, düşmanın ailesi bile olsa sivillerin öldürülmemesi konusunda Mela Mustafa Barzani’nin gösterdiği hassasiyettir. Kürtlerin Baas rejimiyle savaştığı dönemde, Kürt savaşçıları, Irak’ın, Kürdistan’daki önemli bir devlet yetkilisi olan Hayrullah Talfa’nın evine bomba yerleştirmeyi planlarlar. Mela Mustafa Barzani’nin oğlu Mesud Barzani babasına giderek planladıkları bu eylem hakkında onu bilgilendirir.

Mela Mustafa Barzani oğluna dönerek bu eylemin onun ailesindeki kadın ve çocuklara bir şey olmayacağının garantisi olup olmadığını sorar. “Hayır” der Mesud Barzani. “Bunun bir garantisi yok”. Bunun üzerine Mela Mustafa Barzani “O zaman sizinle Irak devleti arasında ne fark kalır. Beni iyi dinle, suçsuz insanları, kadınları ve çocukları öldürmekten sakının. Bu Allah’tan korkmaz ödleklerin işidir” der ve bu eyleme engel olur.

İkinci örnek ise peşmergelerle Irak ordusu arasında Eylül 1963 yılında Kürdistan’ın Barzan bölgesindeki yaşanan savaştır. Bu savaşta peşmerge birlikleri Irak ordusunu bozguna uğratır. Sonuçta bu savaşta 36 Irak askeri öldürülür ve yine 14 Irak askerin cesedi de Dicle nehrinde bulunur. Kürtler bu 14 Irak askerinin cesetlerini nehirden toplayarak çıkarır ve gömerler.

Ayrıca, yine bu minvalde, Güney Kürdistan’da, Kürtlerin yarım yüz yıldan fazla süre boyunca sürdürdüğü bu silahlı mücadele dönemi boyunca düşmanının ailesi bile olsa bir tek sivile dokunulmaması ve yine bir tek sivil Irak askerinin öldürülmemiş olması dikkate değerdir. Mazlum bir milletin özgürlük savaşçısı ile teröristini birbirinden ayıran temel kıstas da budur.


Ercan İlgin

12.10.2023

Diğer yazıları: Yılmaz Güney’e saldırmanın bayağılığı üzerinei


 

() PeyamaKurd

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.