Yazdığım öyküde Dağlar yeşildir, bombalanmamıştır…

Kışın, kimse çaresizlikten üşümez. Kar lapa lapa yağar, karın üzerinde oynaşan serçeler, koşup duran sincaplar insana huzur verir. Baharda, solucanların coşkusu ve çabası her canlıyı toprakla yoğrulmaya çağırır. Yağmur şakır şakır yağar; insan saatlerce o yağmurun altında yürümek ister. Yazın, dallarında koyu mor, salkım sacak dalbastı kirazların sarktığı bir kiraz ağacının gölgesinde, bir akşam vakti, oturup, birkaç kirazı yeni yürümeye başlayan bir çocukla paylaşmanın mutluluğunu yaşarsın. Sonbaharda süslü gelin arabaları sık sık, gürültü yaparak geçer. Bu arabaların ardısıra bakar ve gülümsersin. Onlar çekip gitmişlerdir ama sen çalınan oyun havasının ritmiyle başını salladığının ayırımına bile varmazsın. Rüzgâr öylesine güzel salınır ki insan romantikleşir. Artık sonbahardır...

Dürüst, donanımlı ve kültürlü siyasetçiler, adil davranan hukukçular, şiddet uygulamayan polisler, uzun süre boş kalan; kültür ve sanat evlerine dönüştürülen tutukevleri, trafikte saygılı sürücüler bu öyküde yer alırlar. Halk ortalığa hiç çöp atmaz! Naylon türü şeyleri doğaya atmama gibi bir kavram yoktur. Çünkü bu öyküde naylon torba kullanılmaz. Rüşvet yemeyen bürokratlar, yalan söylemeyen esnaflar, sağlıklı beslenen bebekler, mutlu çocuklar; okuyan, çalışan gençler; şiddet görmeyen, mutlu, huzurlu kadınlar var benim öykümde. Orada güzellikler tıkış tıkıştır.

Dağlar yeşildir; bombalanmamıştır. Yaylaların göğüsleri püfür püfür kekik kokar. Çiçek ve kekik kokuları sarmaş dolaş olur. Onlar sevdalıdır birbirlerine. Bir de rüzgâr esti mi gel keyfim gel! Rüzgâr kekik kokularını dağ, bayır, ova demeden ortalığa yayar. Ovalar uçsuz bucaksız zümrüt tonlarıyla dalgalanır. Bu tonların arasından gürültüsüz hızlı trenler geçer. Sulaktır, verimlidir, bereketlidir, modern tarımla işlenir ovalar. Evcil hayvan sürüleri sık sık karşılaşır; çobanlar şakalaşır, yarenlik eder, dudak çatlatan buz gibi suların aktığı yaylalara ne zaman çıkılacağını konuşurlar. Dereler, yavru balıklar görünecek kadar berraktır. O dereler kurutulup, yerine binalar dikilmemiştir. Benim öykümde öyle bir şey yapmak kimsenin aklına bile gelmemiştir.

Orada doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzellik, mertlik gibi kavramlardan söz edilmez. Çünkü bu özellikler doğal olarak insanlarda vardır. Kimse bu niteliklerden dolayı övünmez.

Namuslu, şerefli, haysiyetli, merhametli, vicdanlı olma gibi kavramları da kimse bilmez. Biline ki bu kavramlara aykırı şeyler öykümde yoktur.

O diyarda, salyangoz yavruları marol yaprakları arasında barınır. Cevizlerin içinde kimi zaman sevimli küçük kurtçuklar dolaşır. Ben cevizi kırınca göz göze geliriz. Hınzır hınzır gözlerini kırpıştırır. Gönülsüz, yanpeş yanpeş çekip giderken bana şöyle bir bakış dokundurur, zamansız rahatsız ettiğim için! 'Görgüsüz', dediğini duyar gibi olurum arkasından bakarken. Yaban arıları hâl hatır sormadan geçmezler. Neşeleri yerindedir.

İnsanlar yalan söylemez; komşusunu, arkadaşını, hiç tanımadığı birilerini kandırmayı akıllarına getirmez. Köylüler, çiftliklerden aldıkları yumurtaları çamurla kirletip, köy yumurtası diye satmaz. Margarin türü yağların katılmadığı tereyağları çiçek çiçek kokar. İşçiler öyle sarı sendikaymış falan bilmez. Gül tomurcuğunu sevecek, çocuğuyla ilgilenecek kadar rahat geçinip giderler. Halkın çoğu bahçe içindeki evlerde yaşar; basit çitlerin üzerinden birbirlerine çiçek fidesi uzatırlar. Komşularla yüksek ağaçlara salıncaklar kurarlar. Bir mutlulukla, bir huzurla, bir kahkahayla bir neşeyle; güzel düşlerini de arkalarına takarak, bir o yana bir bu yana sallanırlar...

 

Şükrü Bilgiç

Mayıs 2018 /Bursa