Demirtaş’ın “cesaret” çağrısı: Romantizmden radikal yüzleşmeye geçemeyen bir deneme

Selahattin Demirtaş’ın “Hamaset değil cesaret zamanı” başlıklı açıklaması, Türkiye’nin tarihsel bir yol ayrımında yayımlandı. Orta Doğu’da güç dengeleri yeniden şekillenirken, içeride siyasal sistemin meşruiyet krizi derinleşiyor. Ancak bu açıklama, Kürt halkının yıllardır dile getirdiği temel siyasal talepleri içermemesi bakımından dikkat çekici olduğu kadar eksik ve temkinli bir zemin de sunuyor

Demirtaş, Türkiye halklarını emperyalizme karşı “birlikte mücadeleye” davet ediyor, ortak vatanın savunulmasını birincil görev olarak tanımlıyor. Ne var ki, bu birlik çağrısı; Kürt halkının adil temsil, anadil, yerinden yönetim ve toplumsal hafızayla yüzleşme gibi temel anayasal ve siyasal taleplerine herhangi bir atıfta bulunmuyor. Bu yönüyle metin, Kürt meselesini hâlâ kültürel bir “kardeşlik meselesi” düzeyinde ele alıyor. Oysa Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorun, yapısal, tarihsel ve kurucu bir karakter taşıyor.

Devlet aklının krizi ve Kürt sorununun dönüştürücü rolü

Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne Türkiye, çeşitli iç ve dış krizlerle karşılaştı. Bu krizlere karşı geliştirilen “devlet aklı”, genellikle güvenlik merkezli reflekslere yaslandı. Kürt meselesi, uzun yıllar “terör” başlığına indirgenerek bastırılmak istendi. Ancak 2010 sonrasında Ortadoğu’daki değişim –Esad rejiminin devrilmesi, Irak’ta merkezi otoritenin zayıflaması, İran-İsrail hattındaki gerilim– bu anlayışın sürdürülemezliğini ortaya koydu.

Bugün artık açıktır ki, içeride barışını kuramamış bir Ankara’nın bölgesel aktörlük iddiası da sürdürülebilir değildir. Kürt meselesi bir güvenlik sorunu değil, Türkiye’nin demokratik yeniden kuruluş sürecinin merkezindeki meseledir.

“Cesaret” çağrısı neyi atlıyor?

Demirtaş, açıklamasında toplumsal kutuplaşmaya karşı çıkıyor, hamasetin yerine aklıselime çağırıyor. Bu yaklaşım değerli. Ancak “cesaret”i yalnızca iç birlik ve provokasyonlara karşı durma düzeyine indirgeyen bu yaklaşım, kavramı içeriksizleştiriyor. Oysa gerçek cesaret; yüzleşmekten, bastırılmış hakikatleri dile getirmekten ve bu hakikatleri kurumsallaştırmaktan geçer.

Bugün Kürt halkı; romantik birlik çağrılarından değil, açık ve somut bir eşit yurttaşlık vizyonundan söz edilmesini beklemektedir.

Bu bağlamda Demirtaş’ın metninde şu eksiklikler dikkat çekiyor:

-Adil temsil talebi yer almıyor.

-Anayasal eşit yurttaşlık ilkesi açıkça belirtilmiyor.

-Anadil hakkı, kamusal bir hak olarak tanımlanmıyor.

-Yerinden yönetim, demokratik özyönetim ilkeleri bağlamında hiç tartışılmıyor.

-Toplumsal hafızayla yüzleşme, yani Roboskî, Cizre, Kobanê ve benzeri olayların açık biçimde tanınması ve telafisi konusu tamamen dışarıda bırakılıyor.

Bu eksiklikler metni siyasi olarak temkinli, tarihsel olarak ise yetersiz kılıyor.

Birlik değil, yeni bir toplumsal sözleşme

Bugünün Türkiye’sinde “birlik” ancak eşitlik üzerine kurulabilir. Bunun için yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç var. Gerçek bir “cesaret çağrısı”, şu ilkelere dayanmak zorundadır:

-Anayasal Yurttaşlık: Kimliklerin inkârı değil, tanınması esastır. Yurttaşlık, etnik hiyerarşilere değil, eşit haklara dayanmalıdır.

-Yerinden Yönetim: Merkeziyetçiliğin yerine yerel halkın doğrudan söz sahibi olduğu yönetişim biçimleri gereklidir.

-Anadil Hakkı: Anadilin yalnızca bireysel değil, kamusal bir hak olarak tanınması; eğitimde ve kamu hizmetlerinde kullanılması sağlanmalıdır.

-Toplumsal Hafızayla Yüzleşme: Roboskî, Kobanê, Sur, Cizre ve daha birçok olayla yüzleşilmeden, hakikat komisyonları kurulmadan gerçek bir demokratikleşme mümkün değildir.

Bu ilkeler, yalnızca Kürt halkının değil, Türkiye toplumunun tüm ezilen kesimlerinin haklarını koruyacak bir anayasal düzenin temelidir

Yeni dönem: Demokratik modernite mi, eski bastırma mı?

27 Şubat 2025’te Abdullah Öcalan’ın yaptığı ve PKK’nin örgütsel yapısını sonlandırmaya dönük çağrıyı içeren açıklama, tarihsel bir dönüm noktasıydı. Ancak bu çağrı karşısında hem iktidar hem muhalefet cephesinden somut hiçbir adımın atılmaması, Türkiye’nin demokratikleşme konusundaki yapısal tıkanıklığını bir kez daha ortaya koydu.

Devletin mevcut aygıtları yalnızca Kürtleri değil; Alevileri, kadınları, çevre hareketlerini ve demokratik muhalefeti de potansiyel tehdit olarak görüyor. Demirtaş’ın açıklaması bu tabloyu aşmak yerine, mevcut dengeyi koruyan bir çizgide kalıyor.

Cesaret, gerçekle yüzleşmektir

Türkiye ikinci yüzyılına girerken bir tercih yapmak zorundadır: Ya geçmişin inkârcı politikaları yeniden üretilecek, ya da Kürt meselesi başta olmak üzere tüm yapısal sorunlarla yüzleşilerek demokratik bir gelecek inşa edilecektir.

Selahattin Demirtaş’ın çağrısı bu geleceğe dair cesur bir vizyon sunmaktan uzak; Kürt halkının hakiki taleplerine mesafeli, temkinli bir uyarı metni niteliğinde kalmıştır.

Gerçek cesaret; geçmişle hesaplaşmak, eşitliği kurumsallaştırmak ve yeni bir toplumsal sözleşmeyi cesaretle savunmaktır. Bugün ihtiyaç duyduğumuz cesaret, tam da budur.


Bu Makale 173 defa okunmuştur.