‘Çözüm Sürecinin’ perde arkası! 

Türkiye’de son günlerde izlenen politikanın getirdiği tıkanıklıktan olacak ki “Çözüm süreci” konusu tekrar dillendirilmeye başlandı. Bu konunun ana gündemlerden bir tanesi olmasının sebebi ise, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürdistan metropolü Diyarbakır’da iktidarının sarsan güvenini yeniden geri kazanmak için, “Çözüm sürecini biz bitirmedik, HDP bitirdi” sözleri oldu. 

HDP ise Erdoğan’a yanıt olarak, “Çözüm sürecini HDP değil ‘Dolmabahçe Mutabakatını tanımıyorum’ diyenler bitirdi” açıklamasında bulundu. Fakat her iki tarafında sakladığı bazı faktörler mevcut. 

Ben bu yazımda bu faktörlere değinmek istiyorum! 

Gerçi bazı siyasi çevreler gelişmelerin bilincinde ama kamuoyunun aydınlatılması açısından her iki tarafın da ifade etmekten kaçındıkları elementlere değinmek gerekiyor. Türkiye, en başından bugüne gelişmelere müdahil olan İran faktörüne değinmekten, HDP ise Kandil faktörüne değinmekten kaçınıyor. Bir bakıma Türkiye İran’ı, HDP ise Kandil’i kolluyor. 

Çözüm sürecinin bitiş tarihi olan 2015 yılından yaklaşık bir sene önce Erbil’e gelen AKP’den araştırmacı bir heyetin, bizzat benmile yaptıkları mülakata değinmek istiyorum.

Tartışmalı geçen o mülakatta araştırmacı AKP heyeti, “Çözüm sürecinin” biteceğine inanmıyordu. Ben de süreci bitirmek isteyen tarafların muazzam bir çaba içinde olduklarını dile getiriyordum. 

Mülakatımda İran ve Türkiye’nin, önce Rojava’yı bitirme çabaları içinde olduğunu, buna paralel olarak ABD tarafından öldürülen İranlı General Kasım Süleymani’nin, PKK’yi savaşmaya teşvik çabalarına değinmiştim. 

Araştırmacı heyet, başlatılan ve “sağlıklı” yürütülen “çözüm sürecinde geriye dönüşün olamayacağını ısrarla belirttikten sonra yanımdan ayrıldılar. Aynı heyet bir yıl sonra, hendek çatışmaları ile alakalı hazırladıkları raporda “Bugün Türkiye’de cereyan eden çatışmalara, Rojhat Amedi bir yıl önce Erbil’de işaret etmişti” sözlerimi eklemişti. 

Konumuza dönelim:

Öncelikle “Çözüm sürecinin” bitişi üzerinde sağlıklı doneler elde etmek isteyenlerin kesinlikle 2014 ve 2015 senesini iyi biçimde okumaları gerekiyor.

DAİŞ’in ortaya çıkışı, Güney Kürdistan yönetiminin Kerkük ve tartışmalı bölgeleri defakto yönetimine alması, Güneybatı Kürtlerinin kazanımları bu yıllara tekabül ediyor. 

İran’ın hayal ettiği Şii hilalinin önünde büyük engel teşkil eden bu gelişmeler İran’ı oldukça rahatsız ediyordu ve tarihi boyunca alışagelmiş hokkabazlığını devreye koyarak, ilk etapta Türkiye ve Kürtlerin arasını bozacak idi. 

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da, “Çözüm sürecinin” bitiş tarihi ve Türkiye’nin, Güney Kürdistan ile geliştirdiği ilişkilerin çıkmaza girdiği konusu… Çünkü  hemen hemen aynı yıllara tekabül ediyor. Söz konusu gelişmeleri Kürtler dahi gerekli ölçüde okuyamadı ve İran’ın yarattığı şartların esiri konumuna düştüler. 

İran önce YNK’yi, özellikle YNK’nin Bağdat parlamentosunda bulunan temsilcilerini esir alarak Kürdistan bölgesinin bütçesini kesti. Diğer yandan, Öcalan ve AKP’nin 2013 yılında başlattıkları “Çözüm sürecini” baltalamak için ‘Kandil PKK’sini’ Türkiye’ye karşı savaşmaya hazırladı. 2014 ve 2015’in ilk aylarında, PKK’nin Türkiye’ye sevk ettiği silahlar PKK tarihinde görülmemiş boyuttaydı. (Bu hususta, Kasım Süleymani ve Cemil Bayık arasında yapılan görüşmeleri ileride yazmayı planladığım kitabımda ele alacağım...)

Meselenin farkında olan Türkiye ise, İran’ın provokatör müdahalesine karşı önlem almadan DAİŞ ile flört etmeye başladı. İşte Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘meşhur’ sloganı olan “Kobani düştü düşecek” sözleri de o günlere denk geliyordu. 

Ama Kobani düşmedi. ABD ise, İran’ın tehlikeli girişimlerine Türkiye’nin, “Kürtler, devletleşiyor korkusuyla” İran cephesine dahil olması, ve cepheyi Rusya ile genişletme çabalarına karşın hem Güney hem de Güneybatı Kürdistan’a olan desteğini artırdı ve Kürtler de DAİŞ’e karşı destan yazdı. 

Kısa süre içinde de bütün dünyanın sempatisini kazandılar. Ve daha sonra Kürtler gelişti, güçlendi…

Güney ve Güneybatı Kürdistan’daki bu olumlu gelişmelerin gölgesinde Türkiye’de 2015 Haziran seçimleri yapılıyordu.

Yapılan seçimlerin sonucunda PKK ile müzakereye oturan ve Güney Kürdistan Hükümeti ile iyi ilişkiler geliştiren AKP kesinlikle gitmeliydi. Kürtler ile birlikte hareket edenlerin Orta Doğu’da söz sahibi olabileceği ve AKP’nin bu sürece dahil olduğu gerçeğini gören İran’ın başlattığı karşıt manevraya Kemalistler, Cemaat, Solcular ve PKK dahil olmuştu. 

Seçimler yapıldı…

Kürtlerin DAİŞ destanı sayesinde muazzam bir başarı elde eden HDP, aldığı emirler üzerine AKP ve Erdoğan’a kafa tutmaya başladı ve “Çözüm sürecinin” tamamen bitmesinin temelini attı. Ardından da malum hendek çatışmaları başladı….

HDP, AKP hükümetinin hazırlanan komplolara dahil olmaması için, “Biz elde ettiğimiz başarı çerçevesinde AKP hükümetiyle Koalisyon görüşmelerine hazırız” demeliydi. 

Ama HDP bunu yapmak yerine, “Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız” diyerek, İran, Cemaat, CHP ve Kemalistlerin orkestrasına dahil oldu. Sadece bu da değil. Erdoğan, HDP’yi koalisyon ortağı olarak düşünürken, HDP kanadının birçok yerde ‘özerklik ilan etmesi’ elbetteki süreci bitiren en temel notalardan bir tanesiydi. 

O günlerde HDP’nin elinde birçok avantaj ve zemin vardı ama kullanmadılar ya da kullanamadılar. HDP’nin bugün geldiği noktaya şaşırmamak lazım. Koalisyon ortaklığı teklif edilen bir parti bugün yerini MHP gibi şovenist bir partiye bırakıyorsa biraz da bu mantaliteyi sorgulamak gerek. 

HDP kanadı bu hatalar ile, “Çözüm sürecinin” bitmesine ön ayak olmakla beraber, hendek çatışmalarının oluşmasının zeminini de yarattı. Biraz daha maro boyuttan okursak, Rojava’nın da işgaline önayak oldu. 

Durum o ya, HDP’nin koalisyon ortağı olan ya da HDP desteği ile hükümet olan bir iktidarın işgale yöneleceği mümkün görünmüyor. 

Ama HDP gerekli olanı yapmadı, daha doğrusu yaptırmadılar. Onlar Kandil’den, Kandil de İran’dan emir almış, cemaat ve Kemalistlerin de gazına gelmişti. 

Evet “Çözüm sürecini ne HDP ne de AKP” bitirdi. AKP ve özellikle HDP gelişen komplolara yenik düştü. Kimse bu gerçeği dile getirmiyor ama o gerçeği bugün siyaset meydanlarında görünmeyen Leyla Zana ve Sırrı Süreyya Önder çok iyi biliyorlar. 

Başkan Mesud Barzani’nin 2013 yılında Diyarbakır’a yaptığı ziyaretin çözüm sürecinin başlamasında ve sürdürülmesinde etkili oldu. Aynı şekilde sürecin geliştirilmesi açısından büyük önem arz eden bir ziyaret idi. 

Diğer yandan Leyla Zana ve Sırrı Süreyya Önder, Başkan Barzani ile Abdullah Öcalan arasındaki yazışmaların içeriğine ve gelişmelerin şahidi olmuşlardı.  

Başkan Mesud Barzani 2015 yılının sonunda Ankara’ya yaptığı ziyarette Leyla Zana ve Sırrı Süreyya Önder’e, “Siz neden AKP ile ittifak yapmadınız, neden AKP’yi MHP’ye mahkûm ettiniz?” sorusuna, Zana ve Önder, “Biz istedik ama Kandil engelledi” yanıtını vermişlerdi…

Evet Kandil süreci bitirmişti  ama AKP, MHP ile beraber yürümek zorunda değildi. Evet Kandil süreci bitirmişti ama HDP, gereksiz sloganlar ve çıkışlar ile nüfuzunu hiç konumuna getirmeyebilirdi. 


  Rojhat Amedî 

   17.07.2021

 

Diğer yazıları: Artık Kürt olmak ayıp değil

 

 

 


() PeyamaKurd

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.


Bu Makale 42123 defa okunmuştur.