Devlet, Kürt hareketini bastırmak için illegal örgütlendi, sonunda elinde patladı

Şovenizm temelinde ve özellikle de Kürt milletini tasfiye etmeyi hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günden beri hep laik, seküler ve demokratik bir hukuk devleti olduğunu iddia etti.

Bu yalanı, soğuk savaş dönemi siyasi konjonktürünün yarattığı şartlardan ötürü, 90’lı yıllara kadar bütün dünyaya yutturdu. Üyesi bulunduğu NATO ve üye olmak istediği AB, Türkiye gerçeğini görmezden geldi ya da Sovyetler Birliğinin kapısı önünde oynadığı jandarma rolünden dolayı, ”idare etmeye” çalıştı.

Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılması ile değişen Siyasi konjonktürün Orta Doğu’ya yansıması ile yeni bir dönem başladı. Irak’ta “söz sahibi” olan Sovyet Rusya etkisini kaybetti. 1991 yılında Kürtler kendilerini idare etmenin ilk adımlarını attı ve bu gelişme Kürdistan’ın diğer parçalarına da yansıdı.

90’lı yıllara kadar gizli örgütlenme biçimini seçmek zorunda kalan Kürtler, 1991 yılından sonra yasal zeminde mücadele etmeye başladı. Her gün biraz daha gelişen Kürt hareketi, geniş kitle desteği yansıra, Kürt iş adamlarının da desteğini aldı. Devlet yetkilileri ve devlet destekli yeraltı dünyası ile ortak olan Kürtlerin desteği de göze çarpmaya başladı.

Örneğin, Behçet Cantürk, Özgür Gündem gazetesinin baş finansörüydü…

90’lı yıllara kadar, Kürt hareketi ve sistem karşıtı mücadeleler 10 yılda bir yapılan darbelerle önlenebiliyordu. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra NATO ve AB’nin eskisi gibi darbelere seyirci kalamayacağını fark eden “devlet yetkilileri” yeni yöntemlere başvurdu ve 90’lı yılların başında mafya-çete örgütlenmesi ile Kürt hareketini bastırmaya başladılar…

Diyebiliriz ki Devlet, mafya ve yeraltı dünyası ile bütünleşerek Kürt hareketini tasfiye etmeyi hedefledi ve bunun ilk startını verdi. Yani devlet, darbe girişimleri yerine, çete ve Mafyayı Kürtlere karşı kullanacaktı. Türk mafyasına sahip çıkarak, her gün biraz daha büyüyen Kürt iş adamları ve Kürt mafyasını tasfiye etmeye başlayacaktı. Kürtlük adına hiçbir şey gelişmeyecek ve büyümeyecekti.

Bu doğrultuda, Tansu Çiller Kasım 1993 yılında, "Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt iş adamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK'yla olduğu gibi, PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir," açıklaması ile duyurmuştu.

Zaten var olan derin devlet, söz konusu gelişmelerden kısa bir süre önce devletin PKK ilişkilerini deşifre etmeye başlayan Uğur Mumcu’yu infaz etmişti.  Ancak bu kez apayrı yöntemlerle, yeraltı dünyasını projeye dahil ederek sahneye çıkacaktı…

Tansu Çiller’in yaptığı bu açıklamanın ardından, zamanın emniyet genel müdürü Mehmet Ağar, en yakın ortağı Özel Hareket Dairesinin eğitmeni Korkut Eken denetiminde, 1994 Ocak’ta faili meçhul cinayetler başladı.

İlk kurban, yeni kurulan “Kürt gazetesi Özgür Gündem’in” baş finansörü Behçet Cantürk oldu. Hemen ardından avukatı Yusuf Ziya Ekinci öldürüldü.

Hazırlanan ve Çiller tarafından sunulan listeden yaklaşık 20 kişi katledildi. Liste’de adı geçenlerin bir kısmı saklandı, Baybaşin ailesinin bazı neferleri de ülkeyi terk etti.

Tansu Çiller’in kocası Özer Çiller, Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel ve Mehmet Ağar ile uyuşturucu ticaretinde ortak olduklarını söyleyen Hüseyin Baybaşin, ifadeleri ile Almanya’nın Frankfurt kentinde, Çiller ve Mehmet Ağar hakkında soruşturma başlatmış ancak bir süre sonra “Hukuk Devleti” Türkiye’nin zorlamasıyla soruşturmalar askıya alınmıştı.

Avrupa hukukunda en yüksek ceza olan 15 yıl hapis cezasını tamamlayan Hüseyin Baybaşin, aradan 25 yıl geçmesine rağmen Hollanda’daki tutukluluğu hala devam ediyor. Burada, acaba “Mehmet Ağar ve arkasında duran veya sahibi olduğu devletin Hollanda’ya kadar uzanan müdahalesi mi var” sorusu ile karşı karşıya kalıyoruz.

Kürt iş adamları ve Kürt yeraltı dünyası camiasına yönelen Türkiye devleti buna paralel olarak Kürtlerin seçilen milletvekillerini de tutuklattı. Ardından herkesin malumu olan faili meçhul cinayetler başladı ve binlerce kişi katledildi…   

Bu arada, görevini itina ile yerine getiren Mehmet Ağar, 1995’te yapılan seçimlerinin ardından Adalet Bakanılığına daha sonra ise İçişleri Bakanlığına terfi edildi…

Mafya ve yeraltı dünyası ile bütünleşerek Kürtleri tasfiye etmeye çalışan Türkiye’nin kirli icraatları bugüne kadar tartışılageldi. Kürt siyasetindeki kirli icraatlar, PKK adına gerçekleştirilen eylemler çok tartışıldı, ancak hiçbir şekilde açıklığa kavuşmadı hep karanlık kaldı…

Ve Türkiye, bu tartışmalara rağmen kendisini koruyabildi. Söz konusu cinayetlerin baş mimarları sorgusuz sualsiz bugüne kadar gelebildiler…

Ne var ki, devlet, gizli örgütlenmeler ve kullandıkları, iktidar ve rant paylaşımında anlaşamayınca yer yerinden oynadı. Tasfiye edileceğini fark edenlerden Sedat Peker, "Madem siz bizi kullandınız biz de sizden hesap soracağız" diyerek konuşmaya başladı.

Tasfiye edilenlerden diğer bir isim ise Arjantin’de bulunan Serkan Kurtuluş. Bu isim Türkiye devletinin 'Güneybatı Kürdistan’ında işlediği kirli işlerin' önemli bir kısmına ya ortak ya da şahit olmuş….

Sedat Peker’in yarattığı depremin nereye varacağını kestirmek zor. Velev ki, Kürtlerin zaten bildiği çok şey açıklığa kavuşmuş olsa da daha bilmediğimiz ve Kürtler açısından hayati önem taşıyan kumpaslar saklı duruyor.

Sedat Peker, her defasında parça dilim anlatmaya devam ediyor, ancak şu ana kadar bildiklerinin %10’nu bile anlatmış değil. “Bakın anlatırım ha!” diye tehdit etmeye devam ediyor. Örneğin, “Abdullah Öcalan’ı da anlatacağım” diyor, ama anlatmıyor.

Öcalan ve Kürtler hakkında neyi anlatacağı merak konusu olsa bile, yıllarını Kürt hareketine vermiş çevrelerce biliniyor zaten. Ancak devletin ve gizli ortaklarının meseleyi anlatması hukuk ve yargı sürecine dahil olacağı açısından önem arz ediyor.

Burada önemli olan, batı dünyasının Sedat Peker ve benzerlerine sahip çıkmasıdır. Türkiye’nin, şu ana kadar yaptığı hukuksuzluğu, Kürt halkı ve diğer azınlıkların hak özgürlüklerini ayaklar altına alınmasını görmezden gelen batı dünyasının müdahale etmesi gerekmektedir.

Sedat Peker, Serkan Kurtuluş ve daha nicelerinin konuşması gerek…

Konuşsunlar ki, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olmadığı gerçeği görülsün. Belki bu vesileyle Türkiye’de demokratik bir süreç baslar…

Aksi taktirde….


  Rojhat Amedî 

   29.05.2021

 

Diğer yazıları: Her şey ortada Papa, “Kürdistan’ı unutmadım” dedi

 


() PeyamaKurd

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.


Bu Makale 42116 defa okunmuştur.