Fadime Şahin’den Safiye İnci’ye Provokasyon Kültürü

28 Şubat post-modern darbesine damga vuran isimlerden biri de kuşkusuz Fadime Şahin’di. Aczmenditarikati lideri Müslüm Gündüz’ün evine büyük bir prodüksiyonla baskın yapılması hepimizin hafızasında yer edinmiştir. Aynı şekilde; masum yüzlü, türbanlı bir kadının televizyon kanallarını dolaşıp Müslüm Gündüz ve Ali Kalkancı tarafından iğfal edildiğini ağlayarak anlattığı görüntülerin sürekli servis edilmesi de unutulacak türden değildi.

Fadime Şahin’in adını en son Ergenekon davaları sürecinde duyduk. Davaya müdahil bir gizli tanık; Fadime Şahin’in, darbe mekanizmasına hizmet etmek üzere, pavyondan alınıp Müslüm Gündüz’ün yanına sızdırıldığını ifade etti. Nedeni çok açıktı; o dönemin en güçlü tarikatının şeyhini tecavüzcü/sapık/zani olarak gösterip Müslümanları lekelemekti, Müslümanların toplumsal ve siyasal hayatta örgütlenmesinin önüne geçmekti.

Kendisini devletin asli unsuru olarak gören Kemalist yapılanma dindar bir hükümetten rahatsızdı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana histerik bir biçimde İslâm karşıtlığı yaratan bir kültür hepimizin malûmu. Tarikatların kapatılması, sarığın/başörtüsünün yasaklanması, ezanın Türkçe okutulması, dini eğitimin ortadan kalkması, sosyal hayatta din ile ilgili her şeyin görünmez kılınması...

Kemalist kesimlere cumhuriyetin ilk dönemlerinden bugüne kadarki süreci anlattığımızda empati kurmakta zorlanıyorlar. Fakat sosyal hayatın içerisinde bir Müslüman olarak bulunmanın zorluğu tasvir edilemez şekilde korkunçtu. Müslümanca yaşayan bir erkek olmak veya başörtülü bir kadın olmak demek, “lâikçi” güruhun gözleriyle ve sözleriyle tacize uğramak demekti. Cahil olduğunuzun, ilkel olduğunuzun, ailenizin zoruyla örtüldüğünüzün ön kabulüyle bakıyorlardı size. İkinci sınıf vatandaş statüsünde bile değildi başörtülü kadınlar. Birer karıncaydılar ve üzerlerine topuklu ayakkabılarıyla basmak isteyen çoktu.

Lise öğrencisiyken de dindar bir insandım. Okulumuzun müdürü hemen her gün beni köşeye çekip DGM’ye vermekle tehdit ediyordu. Arkadaşlarımla cuma namazına gittiğim için disipline verilmiştim ve bir hafta uzaklaştırma cezası almıştım. Kaldı ki bu hadise 2000’li yılların başında yaşandı ve ben dindar bir Müslüman olarak en az tacize uğrayanlardanım. Daha çok Kürt kimliğime yöneliyorlardı.

Bu yaşanan mağduriyetler, Kemalist kesime duyulan hınç ve öfke dün Refah partisini destekledi, bugün de AKP’yi palazlandırdıkça palazlandırıyor. İşte bu nedenle İslâmî olan her şey yok edilmeliydi. Devletin lâikçi refleksi devreye girdi ve bir dizi provokasyonla darbe koşullarını yarattı.

Fakat 28 Şubat darbesi 1000 sene sürmedi. 28 Şubat mağdurlarından Recep Tayyip Erdoğan iktidara taşındı ve devletin sistemini değiştirecek bir konuma kadar yükseldi. Arada 27 Nisan E-Muhtırası, 15 Temmuz gibi “yol kazaları” olsa da Erdoğan yürüyüşüne devam ediyor.

Devam ediyor da nereye gidiyor? 15 Temmuz hariç, Türkiye’de yapılan darbelerin veya darbe girişimlerinin hiçbiri layıkıyla yargılanmadı, darbecilerin hakkında layıkıyla hüküm verilmedi. Özellikle 27 Nisan sonrasında Ergenekon ile bir işbirliğini çok açık ve net ifade edebilirim. Devlet, İslâmcılığı ancak İslâmcıların eliyle ortadan kaldırabileceğinin farkına vardı.

Bu nedenle Gülen cemaati palazlandırıldı, toplumun ekseriyetine dindarlığın sembolü olarak lanse edildi, dünya çapında milyonlarca kişiye temas etmesine izin verildi ve sonra bir kereden yok edildi. Gülen şimdi hain, katil, darbeci bir pislik olarak anılıyor. Meğerse dini bir cemaat değil, devletin içerisine sızan habis bir yapıymış.

Aynı şekilde Ensar Vakfı benzeri olaylar da ilginçtir. Çocukların Kurân eğitimi aldığı bir yerde istismarın olabileceği aklımıza bile gelmezdi. Şimdi Kurân kurslarıyla ilgili aklımıza gelen tek şey istismar. Bunun altında yatan neden, bu tarz istismarların cezalandırılmamasıyla kamuoyunda Kurân eğitimine yönelik çekince yaratmaktır. Bir çeşit Müslüm Gündüz vakası yaratma çabasıdır.

Yine ilahiyatçıların, “din adamlarının” ısrarla ve defaatle çocuk yaştaki kızlarla evlenmekten tutun, kadınların sosyal hayatta var olmaması gerekliliğine kadar türlü söylemleri “İslâmî” gösterme gayretleri mevcuttur. Hemen hemen her gün bir din adamı çıkıp saçma sapan fetvalar vererek toplumun nazarında İslâm dinini lekeleme ve İslâm’ı kadın düşmanı, pedofildestekçisi, salt cinsellikle bağlantılı bir din olarak lanse etmeye çalışıyorlar.

AKP gibi dindar olduğu varsayılan bir hükümetin mevcut bulunduğu dönemlerde, tecavüz/taciz davaları cezalandırılmıyor veya yeterince cezai yaptırım uygulanmıyor. AKP’nin özelinde dindarların tecavüz/taciz destekçisi olduğunu göstermeye çalışıyorlar.

28 Şubat ve öncesinde yaşanan mağduriyetler artık alay konusu haline gelmiş durumda. Çünkü eski dönemin mağdurları bugünün zalimleri oldu ve sürekli yaşadıkları mağduriyetleri referans göstererek politikalarını inşa ediyorlar. Halklara, inançlara, yaşam tarzlarına, her şeye ve her kesime yönelik baskıcı, tekçi, zalim politikalardan bahsediyorum.

Öyle ki Müslüman kesimlere yönelik de yavaştan bir yok etme operasyonu başlamış durumda. Bunun en çok ses getireni Gülen cemaati olmuştu. Akabinde Furkan Vakfına ve Alparslan Kuytul’a yönelik itibarsızlaştırma ve yok etme operasyonu başlatıldı. Kuytul aylardır tutuklu ve vakfın faaliyetleri durdurulmuş durumda.

Geçen günlerde Adnan Oktar cemaatine karşı gerçekleştirilen operasyonlar da bu şekilde okunmalıdır. Her ne kadar otuzdan fazla suçla yargılanacak olsa da esas itibariyle “İslâmî” bir cemaatti ve yazıda öngördüğüm İslâmî cemaatlerin yok edilme sürecinin başladığı gerçekliğindeki en zayıf halkalardan biriydi. Bugünlerde sıradaki yapının Ahmed Hulusi cemaati olduğu söylenmektedir.

Bu saydığım cemaatlerle hiçbir şekilde din bağım, gönül bağım, sempatim ve hatta meyilim bile bulunamaz. Çünkü ben bir Kurân Müslümanı olarak dinimi yalnızca Allah’a özgülemiş ve Sünnilik dininden uzun yıllar önce tevbe etmişim. Fakat bu Sünnilere düşmanlık beslediğim, bütün Sünni yapılanmaların ortadan kalkmasına destek verdiğim anlamına da gelemez. Suça karışan her yapının incelemeye alınması ve yalnızca suç işleyenlerin cezalandırılması gerekliliğine inanıyorum.

Fadime Şahin’den bugünlere kadar gelen provokasyonların sonuncusu ise Safiye İnci adlı 23 yaşındaki bir kadının sosyal medyada paylaştığı videoydu. İnci, Anıtkabir’in önünde Atatürk’e hakaret etmiş ve akabinde kendisini yüzbinlerce kişinin yönettiği bir linç kampanyasının içerisinde bulmuştu.

Lâikçiler ile Müslümanlar arasında en büyük çekişme Atatürk üzerinden gelişiyor. Çünkü Atatürk, cumhuriyetin ilânıyla birlikte sistematik olarak Müslümanları yeni düzenden dışlamış ve irtica histerisi yaratarak en ağır yöntemlerle Müslümanları baskılamıştır. Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeye İslâmofobi yerleştirmeyi başarabilmiş, kamusal alanda ve sosyal hayatta dinle ilgili her şeyin yasaklanmasının/hor görülmesinin/ötekileştirilmesinin önünü açmıştır.

Safiye İnci de böyle bir öfkeyle büyümüş olabilir. Her ne koşul altında bugünlere gelmiş olsa da böyle bir hakaretle gündem haline gelmesini masum görmüyorum. Atatürk’e yönelik çok sert eleştirilerimiz olsa da böylesine hakaretamiz bir dili kabul etmemiz mümkün değildir. Dindar bir Müslümanın hür iradesiyle böyle bir iş yapması oldukça tuhaftır. Yani bu videonun bu kadar dolaşıma girmesi, milyonlarca kişinin hop oturup hop kalkmasına neden olmak bir provokasyon şüphesini de yaratıyor. Fadime Şahin gibi genç, temiz yüzlü, tesettürlü bir kız yine kadrajın ortasında ve cumhuriyetle yaşıt Müslüman-lâikçi düşmanlığı pekiştiriliyor. Milyonlarca kişi İnci’nin tutuklanması gerekliliğinden tutun, ağza alınmayacak yöntemlerle “cezalandırılması” gerekliliğine kadar birçok şey yazıldı, söylendi. Bu infialin ardından İnci tutuklandı ve önümüzdeki günlerde yaşanacak diğer provokasyonlar için sırasını salmış oldu.

 

Cihat Emir Aykaç

22.07.2018