Özal, Erbakan, Erdoğan…

Devlet Bahçeli, Bekir Bozdağ değil de Necmettin Erbakan’a yüklenebilir miydi? Erbakan’ı tasfiye eden devlet aklı ile Bekir Bozdağ’ı azarlayan devlet aklı aynıdır.

"Bedeli Ölüm Bile Olsa"

Necmettin Erbakan Şubat 1994 Bingöl Konuşmasında; “Bu ülkenin evlatları asırlar boyu mektebe başlarken besmele ile başlar, siz geldiniz bu besmeleyi kaldırdınız, ne koydunuz yerine, “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım.” Sen bunu söyleyince öbür tarafta Müslüman evladı. Öyle mi? Ben de Kürdüm daha doğruyum, daha çalışkanım deme hakkını kazandı ve böylece siz bu ülkenin insanlarını birbirlerine yabancılaşırdınız” diyerek, daha sonra karşısına çıkacak siyasi yasakları ve yaptırımları da göze alarak yeni bir hareketin aslında işaret fişeklerini ateşlemişti.

Karşılaşacağı riskleri biliyor, tedbirli davranmaya çalışıyordu. Yerelde kazanılan İstanbul zaferinin tüm Türkiye’de genel zafere dönüşeceğini iyi okuyordu. Erbakan’ın Bingöl konuşmasının halk arasında yarattığı etkiyi en iyi okuyanlardan biri de  o sürecin mimarlarından, Erbakan'ın hemen hemen tüm konuşma metinlerini hazırlayan ve de gözden geçiren dönemin İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı.

Belediyecilikten öte ilk çıkışını köylere geri dönüşlerin sağlanabilmesi için istanbul’da komisyonlar kurarak başlatmıştı. Çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile görüş alışverişinde bulunuyordu. Tüm bunların sonunda kendisini bekleyen ölümcül risklerinde farkındaydı.

Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, Kürt Meselesinin çözümüne dair  başlattığı ilk diyalogları, Sayın Mesud Barzani ve rahmetli Celal Talabani’nin katkılarını, 9’u helikopterlerden atılan bombalar ile olmak üzere, karşılıklı paslaşan savaş klikleri tarafından gözden çıkarılan toplam 33 askerin toplu olarak katledildiği kumpasları görmüştü.

Sonrasında Özal öldürülmüş, kendisine sadık kurmaylar suikaste uğramış, hazinenin başındaki ANAP’ın ilk Kürt raporunu hazırlayan Adnan Kahveci trafik kazası süsü verilerek infaz edilmişti. Baskı, şiddet ve gaddarlığın doruğa ulaştığı, faili meçhul cinayetler,  köy boşaltmalar, köy yakmalar,  gıda ambargoları, sürgünler, gözaltılar, Yeşiller, Çatlılar, beyaz toroslar dönemine yeniden girilmişti.

Kürdistan’ın güneyinde de KDP ve YNK yeniden kardeş kavgasına başlamış, Saddam, Erbil’e girmiş İran ajanları ile çalışan YNK, İran’ı otonom bölgeye davet etmişti. İran aslında Türkiye ile ölümcül oyunlarından birini oynamış, Özal’ı devirmiş, İngilizlerin desteklediği Demirel’in önünü açmıştı. Boş durmayan büyük bir mekanizma hareket halindeydi. Devlet ve PKK içindeki savaş klikleri, silahsız 33 askeri birlikte katlederek Cenevre Savaş Sözleşmesini ihlal etmişlerdi. Artık silah bırakmamak için uygun zemin oluşmuştu.

Üzerinde silah bulunan her masa dağılmaya müsaitti. “Eli silahlı bir yapının muhatabı, doğası gereği silahsız olan hükümetler değildi artık.” Özal ölmüş, PKK nin muhatabı; TSK, polis ve sert güvenlikçi politikalar olmuştu.  Ulusalcı Kemalistler ordu içinde insiyatifi ele geçirirken, FETÖ ve Turancı Kemalistler, emniyet içinde giderek güçleniyorlardı. 12 Eylül Darbe Mekaniğinin Bileşenleri JİTEM, FETÖ ve Ergenekon yönetime tekrar el koymuştu.

"Silaha Karşı Silah"

Yeniden başlayan şiddet sarmalı ile siyasi kanalların tümü tıkanmış, Yaşar Kemallerin Zülfü Livenelilerin o dönemlerde cezaevleri için oluşturdukları barış insiyatifi bile daha doğmadan boğdurulmuştu.

İngiltere destekli 12 eylül darbesi yeniden formatlanmış, darbe mekaniği yeniden devreye girmiş,  Orta Doğu’yu dizayn için uyutulan tüm hücreler “Doping verilerek” yeniden uyandırılmıştı.

“Türkiye’de ki ateşkes, Özal'ın en büyük projesi olarak son bulurken, gözden çıkarılan 33 askerin öldürülmesi darbe mekaniğinin yeni stratejisinin  ilk bahanesi olmuştu.” Her iki tarafta karşısındaki gücü, etkiledikleri hedef kitlesinin önünde küçük düşürme yarışına girmişti.

Turgut Özal’dan sonra Türkiye’de, Kürtlerin duygularına hitap edecek, istemlerine cevap olabilecek siyasilerden, sadece Erbakan ve Erdoğan kalmıştı. Onlar da 28 Şubat’la siyasetin dışına atılacaktı. “Daha doğru ve daha çalışkan” olduklarını zannedenler, onların varlığına tahammül edememiş, onların varlığını Türk’ün varlığına armağan etmek için yemin etmişlerdi. Ardı arkası kesilmeyen tezgahlar, kumpaslar, senaryolar hayata geçiriliyordu. onları kanlı tapınaklarında betondan yarattıkları kutsal putlara kurban olarak adamıştılar.

1997 yazında; Genelkurmay İç Harekât Dairesi “Terörle mücadelenin neresindeyiz” başlıklı bir brifing veriyor,  PKK ‘nin askeri tedbirlerle 3 defa tasfiye aşamasına getirildiğini ama her üçünde de kurtarıldığına dair cüzleri o günkü siyasi mekanizmaya ezberlettiriyordu.

Sonraki gelecek hükümetlere de  nasihat olsun diye hafızalara nakış ediyordu. Dönemin paşaları PKK ‘nin kurtarılış öyküsünü şöyle sıralıyordu:

1 - Sıkıyönetimden OHAL uygulamasına geçilmesi

2 - Körfez Savaşı’nın yarattığı Kürd göçüne Türkiye’nin sınır geçiş izni.

3 - 1993 yılında ilan edilen ateşkes ve askerlik süresinin kısaltılması.

Sıralanan bu 3 durum aslında milli İradeyi temsil eden siyasi erk’in başındaki Turgut Özal’ın, 100 yıllık travmayı “Kürd siyasetini” cuntacı askerlerden alma girişimiydi.

Kısmen başarılı olsa da, yenilmiş ve  bedelini canı ile ödemişti. Erbakan’nın, Erdoğan’ı da etkileyen ve bugünlere sürükleyen, Bingöl’de ki Andımız ile başlattığı mücadelesi işte böyle bir kaotik dönemde başlamıştı. Andımızın kaldırılışı  bir bakıma AK Parti'nin de varoluş gerekçesine dönüşmüştü.

Danıştay’ın ve bürokrasiyi ele geçiren Ergenekon hücrelerinin, organize bir şekilde Erdoğan’a andımız üzerinden gönderdikleri “Asıl mesaj”  Kürdlerin kaderleri ve duyguları ile ilgilenmemesi gerçekliğidir. Sessiz Devrim’e yönelik etkili bir taciz, statükocu erkin ilk nabız ölçme denemesidir. Gizli bir darbenin ilk adımı, sonrasında kasırgaya dönüşebilecek küçük bir kelebeğin ilk kanat çırpışıdır. 1993 Özal döneminde ki gibi,

“Devlete karşı suçları da kapsamı içine alan af sürecinin tartışıldığı,

Kürdistan Başbakanlığı’nın Türkiye’ye yeniden resmî olarak davet edildiği bir süreçte, tüm bu provokatif gelişmelerin oluşması hayra alamet gelişmeler değildir.”

Bu planlı ve  organize Danıştay Provokasyonu, 20 yıllık bir  iktidarı, etkilediği kitlenin önünde küçük düşürme provokasyonudur. Bir hareketi başladığı ilk noktaya geriletme provokasyonudur...

1993/1994 ateşkes süreci ile 2013/2015 çözüm süreçleri, yarattıkları  risk ve ölümcül tehlikeler ile ne çok benziyor bir birine...



 Veysel Göker

  21.10.2018