Akdeniz sallanıyor, Ankara'da zayiat

‘Istılah’ manada depremler telaffuz edildiğinde ilk olarak akla jeolojik depremler gelmektedir. Yakın bir zamanda merkez üssü İzmir yakınlarındaki Yunan adası Samos‘ta Richter ölçeğine göre 7 civarında olan depremde yüzün üzerinde insan yaşamını yitirdi ve binin üzerinde ise kişi yaralandı. 

Geçen zaman içerisinde bu yaralar kısmen de olsa sarılır ve telafi edilir ve bir müddet sonra ise unutulur. Tıpkı Erzincan, Varto, Bingöl, Horasan, Gölcük ve Van depremleri gibi…

Depremin bir de siyasi ve politik boyutu bulunmaktadır. Söz konusu bu depremlerin neticeleri, jeolojik depremlerden çok daha ağır ve vahim sonuçlar ortaya koymaktadır. 

İçinde yaşadığımız coğrafyanın büyük siyasi depremlere gebe olduğunu artçı şoklardan anlamaktayız. Doğu Akdeniz İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan arasında parsellendi. Ve bunlara uluslararası bir meşrutiyet kazandırıldı. Bu noktada Türkiye ise, ABD ve AB’nin desteğini ile oluşturulmuş bir koalisyona karşı tek başına kaldı

Ankara’nın komşularında da durum sıkıntılı. Çünkü Ermenistan, Suriye ve Yunanistan ile savaş eşiğindeler. Irak’ın da iç savaş ve siyasi buhranları olmasa yukarıdaki ülkelerden farklı bir durumda olmayacağı aşikâr.

Çünkü Irak’a rağmen Türk güçleri Irak topraklarında. Irak ve Kürt hükümeti bu durumdan çok rahatsız. Geride İran kalıyor. Ki ayrıca bölgede dört dönen bir Rusya da var. ABD’nin yeni başkanının da Türkiye’deki mevcut yönetim için nasıl düşündüğü ortada. 

Diğer yandan ABD temsilciler Meclisi ve Senatoda Türkiye’ye karşı 'CATSA’ ambargosu kararı alındı, S-400 şartı masada, AB son ikaz listesini Mart ayına bıraktı.. Aslında tüm bunlar büyük bir depreme ramak kaldığını gösteriyor. 

Ne NATO ne de AB ülkeleri kriterleri bakımından Ankara yönetiminden memnun değil. 

Peki bu durum karşısında Tek adam rejimi ne yapmalı?

Kürdü, Türkü, Laz’ı, cambazı, dindarı, dinsizi aynı gemide olduğuna göre önce iç barış sağlanması gerekmez mi?

Faşizan milliyetçi söylemler ne Hitler’e, ne Franko’ya, ne Jivkof’a, ne Pinoshet’e, ne Saddam’a, ne Humeyni’ye ne de bugünkü statükoculara bir fayda getirmedi ve getirmeyecektir. 

Dış rakipler önce muhataplarının iç dinamiklerine bakarlar. Eğer o dinamik unsurlar sağlam temeller üzerine inşa edilmişse kozlarını açık oynamazlar. Ancak rakibinin iç dinamik zaaflarını fark ettikleri anda ensesinde boza pişirmekten geri kalmazlar. 

Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı oluşturulan bloktakiler, Türkiye’deki Kürt seçmenin tavrından habersizler mi?

İktidarın MHP’lileştiğinden ve Türkiye fay hatlarının tetiklenmeye müsait olduklarının bilincinde değiller mi?

Ya da AKP, isminin Adalet ve Kalkınma olduğunu düşününce gerçekten ülkede kanunlara dayalı bir adalet, kültür, sanat, turizm ekonomi ve ağır sanayide bir kalkınmanın var olduğunu zannediyorlar? 

Bal bal demekle ağzın tatlanmadığı gibi parti isimleri ile adalet ve kalkınma da sağlanmaz.

80’li yıllardan bu yana Türkiye’nin ana sorunu ve baş ağrısı Kürt problemidir. Bu durum ancak barışçıl yollarla sıhhat bulabilir. 

Kırılan kalpler kazanılarak, seçilmiş siyasilere millet iradesi adına itibarları iade edilerek, fikir ve vicdan hürriyetini suç olmaktan çıkartarak ve birçok alanda olumlu makas değişikliğine gidilebilir. Ama militarist, şoven ve Turanist söylem ile sadece kendileri kan kaybına uğrarlar. 

Bakınız: 

Türkiye’de 40 yıldan beri 6. Cumhurbaşkanı, Başbakan, 10 Genelkurmay Başkanı geldi geçti. Kürt coğrafyasında yaklaşık 30 milyona yakın Kürt kıyıma uğradı. 

Bu bilançoya göre: 

60.000 ölü

17.000 faili meçhul,

6.000 köy yakıldı,

5.500 mezra yakıldı, yıkıldı 

10 milyon Kürt, göçe maruz bırakıldı

Gettolar oluştu

Kapkaç orduları meydana geldi,

100 binlerce insan travmalar geçirdi

Ve nice intihar olayları yaşandı. 

Netice itibariyle:

1-Bu kirli savaşın galibi olmadı,

2-Kürt-Türk arasındaki nefret ve kin arttı

3-Türkiye ekonomik eforunu çözüm yerine çözümsüzlüğe harcayarak tüketti.

4- 2010 Türkiye hazine rezervi 126 milyar $ iken bugün -47 milyar $’a geriledi. 

Peki Ankara Diyarbakır’a kardeş deseydi? 

Belediye başkanlığının yanına “Şaredarî” de yazsaydı, kayım değil de seçilmişlere dokunmasaydı, Türk yerine Türkiye diyerek çoğulcu olsaydı, ne kaybetmezdi?

Yanıt:

1- 80 bine yakın insanını kaybetmezdi

2- Yakılan köy ve mezralar bugün tarım hayvancılık da Türkiye’nin lokomotifi olurdu

3- kardeşlik ikliminde efor ve güç dışa yönelecekti

4- Ankara’nın yumuşak karnı olmayacaktı

5-Dağ ve taşlara atılan bomba, mayın ve zaiyat verilen imkanlar elinde stok kalacaktı,

Velhasıl kelam, Avrupa ve ABD, Türkiye’ye de Rusya’ya verdiği tavizlerden vermeyi göze almasına alır. Lakin ne hazinede bir kara akçe ne de elde avuçta bir gayrı menkul kaldı. 

18 yıldan beri kâh Allah kâh Bismillah kâh kardeşlik ve en sonunda kızıl elma ile turan denilip bugünlere gelindi. 

Müflis tüccar eski defterleri açar açmasına ama müşterilerini kaybedeli çok zaman olmuş, haberi yok. 

 


 

Hüseyin Naci

18.12.2020

 


 

Yazarın Diğer yazıları  : Birilerinin huzuru birilerine hüzündür

 


(℗) PeyamaKurd

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.