8 Mart Dünya Kadınlar Gününü Anarken...

Ülkemiz Kürdistan’ın da bulunduğu Ortadoğu coğrafyası, yüzyıllardan beri Türk ve Acem istilası altındadır. Türk ve Acem kültürü hâkim olmuştur. Bu coğrafyada kadınlar yüzyıllar boyunca cariyeliğe ve “geçici evliliklere” mahkûm edildi ve bu yaklaşımın kalıntıları hâlâ devam etmektedir.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler’de 16 Aralık 1977’de kabul edilmiş ve o günden itibaren uluslararası bir gün olarak kutlanagelmiştir. Kadınların büyük bedeller ödemesi ile mümkün olan bu tarihi gün, dünyanın her yerinde, kadınların içinde bulunduğu şartlara dikkat çeken eylemler, toplantılar ve mitingler düzenlenir.

Bu anma gününde genel bir kanı oluşur ve herkes kadınların içinde bulundukları koşulların düzelmesi gerektiğini, insanların bu konuda eğitilmesini ve gereken yasaların çıkartılmasını dile getirir.

Ama buna rağmen erkek dünyasının kurduğu Anti-Kadın egemenlik sistemi her yönüyle devam eder. Yılda bir defa kadın haklarından söz edilir, “saygı” gösterilir gibi yapılır ancak ertesi gün erkeğin egemenlik makamı yıl boyunca bütün gücüyle devam eder.

Bu durumun bir de Ortadoğu cephesine bakalım; Ülkemiz Kürdistan’ın da bulunduğu Ortadoğu coğrafyası, yüzyıllardan beri Türk ve Acem istilası altındadır. Türk ve Acem kültürü hâkim olmuştur. Bu coğrafyada kadınlar yüzyıllar boyunca cariyeliğe ve “geçici evliliklere” mahkûm edildi ve bu yaklaşımın kalıntıları hâlâ devam etmektedir.

İran’da kadınlarla yapılan “geçici evlilik” (mut’a nikâhı) kuralı kadınların seks kölesi olarak kullanılmalarından başka bir şey değildir. İran’da kadınlar üzerinde erkek egemenliği her yönüyle devam etmektedir.

Türkiye’de ise ülkenin başbakanlığını yapmış ve şimdi de İstanbul’un belediye başkanı olmak isteyen Binali Yıldırım gibi bir zat, daha birkaç gün önce kadınlara hitaben; “İtaat et, rahat et” diyebiliyor.

“İtaat et, rahat et” söylemi, “erkeğin kurduğu egemenlik sistemini kabul et” demektir.

Yani erkeğin eşine; “Benim dediğim dediktir, başka söze gerek yoktur,

Bu evlilik kurumunda reis benim, benim söylediklerim geçerlidir,

Kadının yeri mutfaktır, temizliktir, yataktır ve bunu kabullenmek zorundasın. Aksi takdirde…”

Aksi takdirde, yani kadının itaat etmemesi halinde ne olur?

Dövülür, itaat etmeye zorlanır, olmadı tekrar dövülür, bunu kabul etmeyen, yani itaat etmek istemeyen kadınlar ya kaçar, ya da boşanmaya gider, buna rağmen kurtulamazlar. Boşanma davası açan veya itaat etmeyi reddeden kadınların önemli bir kesimi ya bıçaklanır, ya da öldürülür.

Örneğin, Türkiye’ye son 10 yılda boşanmak istedikleri ve hayatlarını diledikleri gibi yaşamak istedikleri için 2500’e yakın kadın öldürülmüştür. 2008 yılında kadın cinayetleri 80 iken bu rakam 2018 yılında 400’ü aşmıştır ki bu Türkiye’de kadınların içinde bulunduğu ortamın gittikçe daha da kötüleşmesinin açık bir göstergesidir.

2019 yılının yalnızca ocak ayında 43 kadının öldürülmesi, durumun ne kadar vahim olduğunu başlı başına gösteriyor.

Burada bu gerçeğin de altını çizmemiz lazım; Türkiye siyaseti ve kurumları, her konuda olduğu gibi, kadınlara yönelik politikada da sınıfta kalmışlardır. Son 10 yılda kadın cinayetlerinin her yıl biraz daha artış göstermesine karşın çözüm üretemeyen AKP hükümeti bu durumdan özellikle sorumludur. AKP’nin kadınlara bakış açısı, yaklaşımı ilkel bir yaklaşımdır ve AKP siyaseti kadınların içinde bulunduğu durumun daha da kötüleşmesini körüklemektedir.  

Örneğin, AKP hükümetinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olarak görev yapmış Ayşen Gürcan, bir kadının börek yapmasını bilmemesi halinde ailesinin dağılacağı yönünde açıklamaları olmuştu. Bu açıklama erkeğin egemenliğini mutlaklaştırmaktan başka bir şey değildir.

Veya şu örneğe bakalım; Türkiye’de başbakanlık yapmış ve şu anda da İstanbul’un belediye başkanı olmak isteyen Binali Yıldırım, kadınlara “itaat et, rahat et” diyor. Bu açıklama da erkeğin egemenliğini mutlaklaştırıyor.

Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü anılırken, Türkiye’de kadın hakları konusunda hiçbir pozitif gelişme görünmüyor. Aksine Türkiye’de bir kadın olarak yaşamanın şartları her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.

Zorlaşıyor, çünkü Türkiye ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm arama yerine Kürtlere karşı savaş ilan etmiştir. Ve savaşın olduğu bir ülkede ne ekonomik sorunlara, ne sosyal sorunlara, ne de kadın sorunlarına çözüm bulunabilir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkilileri, içinde bulundukları bu çıkmaza rağmen, Kürtleri küçümsüyor, “sözde Kürdistan, sözde ordu, sözde parlamento” söylemleriyle alay etmeye devam ediyor.

Oysa alay ettikleri Kürtler, işgale ve her türlü imkânsızlığa rağmen kadın hakları konusunda daha olumlu gelişmeleri sergileyebilmişlerdir. Kürt kadınının özgürlük mücadelesinde yer almasında, Kürt erkeğinin kadına olan yaklaşım tarzının payı vardır. Peşmerge saflarında bulunan kadın sayısı az değildir. Suriye Kürdistan’ında kadın savaşçılarının sergilediği kahramanlık destanları bütün dünya tarafından takdirle karşılanmaktadır.

Kürdistan Parlamentosunda bulunan kadın vekillerin sayısı, TBMM ve Tahran hükümeti meclisinde bulunan kadın vekillerin en az iki katıdır.

Türkiye ve İran’da kadınların konumuna değinirken, Kürt kadınlarının konumu ile mukayese ederken, Kürtlerin bu konuda üzerine düşenleri yaptıklarına değinmek istemiyorum bile. Bu konuda dünya genelinde yapılması gereken hâlâ çok şey vardır. İnsanlara sağlıklı bir yaşam düzeyi ve eğitim sunulmadan kadın hakları konusunda zerre kadar ilerleme mümkün değildir.

 

Rojhat Amedî

8 Mart 2019