Türkiye’nin Anti-Kürt Siyaseti Gözünü Körleştirmiş

Obama’nın “ılımlı” siyaseti sayesinde Irak ve Suriye, İran’ın bir radar sahası haline dönüştürülürken, İsrail ve Filistinliler arasında gelişen barış görüşmeleri de baltalanmış oldu. İran hakkındaki yanlış politikaları, Ortadoğu coğrafyasında birçok çözümsüzlüğe neden olmuştur. ABD, Obama yönetiminin bıraktığı enkazı temizlemekle meşgul olurken, bazen bu enkazın neden olduğu yanlış kararlara imza atmak zorunda da kalabiliyor.

ABD başkanı Donald Trump‘ın Suriye’den çekileceğiz açıklaması, hem Türkiye hem de Kürtler içerisinde yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Ben şahsen Trump‘ın açıklamasını pek inandırıcı bulmadım. Çünkü daha önceleri de ABD politikacılarının benzeri açıklamalarına şahit olmuştum. Özellikle Ortadoğu coğrafyası hakkında yaptıkları açıklamalar, tecrübeli diplomatların yapabileceği açıklamalar değildi.

Diğer yazılarımda da belirtmiştim; ABD ve Avrupa ülkelerinin Kürtlere yönelik yaklaşımı çoğunlukla Türkiye ve İran gibi ülkeleri “incitmeme” çerçevesinin dışına çıkamıyor. Bu da Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümünde en büyük engeli teşkil ediyor.

2003 yılında ABD, Türkiye ve İran’ın tavsiyeleri üzerine güneyde Peşmerge güçlerini feshetme kararı almıştı. Ancak ABD’li yetkililer, Irak’ta olup bitenlere sahada şahit olduktan sonra kararlarının doğru olmadığını fark ettiler.

Obama’nın İran politikası Ortadoğu’da 90’lı yıllarda başlayan demokratikleşme sürecini, İsrail ile Filistinliler arasındaki barış görüşmelerini ve bölgede sağlanması gereken istikrarı çözümü mümkün olmayan bir noktaya getirdi.

Obama’nın “ılımlı” siyaseti sayesinde Irak ve Suriye, İran’ın bir radar sahası haline dönüştürülürken, İsrail ve Filistinliler arasında gelişen barış görüşmeleri de baltalanmış oldu.

Obama, Suriye’de de aynı hatayı yapmıştı. Barzani’ye “Suriye’ye müdahale etmeyin, Beşar Esad’ın 4 ay ömrü kaldı” diye telkinlerde bulunmuştu. Fakat Beşar Esad hâlâ hayatta.

Kısacası, Obama yönetiminin İran hakkındaki yanlış politikaları, Ortadoğu coğrafyasında birçok çözümsüzlüğe neden olmuştur. ABD, Obama yönetiminin bıraktığı enkazı temizlemekle meşgul olurken, bazen bu enkazın neden olduğu yanlış kararlara imza atmak zorunda da kalabiliyor.

İşte Donald Trump‘ın “Suriye’den çekileceğiz” kararını da böyle okumak gerekir. Obama yönetiminin İran hakkında verdiği ani karara da benzetebiliriz. Nasıl ki Obama yönetiminin verdiği karar İran’ın daha da yayılmacı ve saldırgan olmasına neden olduysa, Trump’ın Suriye’den çekilme kararı da Türkiye ve İran’ı Kürtlere karşı daha güçlü ve daha saldırgan bir konuma getirebilir.

Trump’ın kararının ardından, Ortadoğu’yu iyi tanıyan,

Kürtlerin bu coğrafyada küresel terörizme karşı eşine rastlanmaz savaşını gören, kendi bölgelerinde bütün dinlere ve azınlıklara gösterdikleri saygıyı ve sağladıkları istikrarı takip eden Amerikalı danışmanları, Trump’ın verdiği kararı en azından yavaşlatmayı becerebildiler.

Sonra, “Eğer Suriye’den çıkarsak, vay Kürtlerin haline” veya John Bolton’un İsrail’den yaptığı “Ankara’nın Kürtleri katletmesine izin vermeyeceğiz” gibi açıklamalar gelmeye başladı. Bu açıklamalar Türkiye’yi rahatsız ettiği gibi, çekilme kararının yavaşlatılması Rusya, İran ve 30 yıldan beri Kandilde saklambaç oynayan solcu çevreyi de aynı anda rahatsız etti.

En sert tepkiler elbette Türkiye’den geldi. “Türkiye hiçbir zaman Kürtleri hedef almamıştır, biz zaten Kürtlerle kardeşiz, Türkiye’nin Suriye’deki Kürtleri katletmek gibi bir niyeti asla olamaz, PKK/PYD/YPG ‘Terör’ örgütleridir, Kürtleri temsil etmiyorlar.” gibi türlü sesler yükseldi.

Rusya da, PKK/PYD/YPG’yi ‘terör” örgütleri olarak sıfatlandırarak, “ABD’nin Suriye’den çekileceğine inanmıyoruz” minvalinde açıklamalarla tarihten süre gelen Anti-Kürt siyasetinde devam edeceklerinin sinyalini vermiş oldu.

Ve asıl mide bulandırıcı açıklamalar Kandil’den basına servis edildi:

Cemil Bayık, “ABD Ortadoğu’da kendi çıkarı doğrultusunda bir egemenlik kurmak istiyor. Türkiye’yi, Irak’ı ve bazı Kürtleri yanına alarak İran’a karşı konumlandırmaya çalışıyor ve PKK bunu engelliyor…” dedi.

Mustafa Karasu, “Demokrasi düşmanı Ortadoğu gericiliğinin destekçisi ABD’nin güvenilmeyecek bir devlet olduğunu halklar gördü. ABD’nin tek değeri çıkarıdır, dünyanın en kirli ilişkileri içine girmektedir...” dedi.

Besê Hozat, “ABD’nin hedefi Suriye devletini zayıflatmak, BAAS rejimini ABD’nin çıkarlarına uygun hale getirmek ve İsrail’i rahatsız eden bir pozisyondan çıkarmaktır...” açıklamalarında bulundu.

Dönelim Türkiye’nin pozisyonuna;

Türkiye istediği kadar “biz Kürtlere değil PKK ‘terörüne’ karşı mücadele ediyoruz,” istediği kadar “biz Kürtlerle kardeşiz” desin... Artık dünya kamuoyu nezdinde inandırıcı olamazlar. Zaten tarihi süreç de bunun böyle olmadığını gösteriyor. Bu hakikati gösterecek delil ve detaylar üzerinde durmaya gerek bile yok.

Kürtler Türkiye’de katledilirken, tarih boyunca mahkemelerde yargılayıp idam sehpalarına götürülürken, mecburi iskâna tabii tutulurken, ana dilleri olan Kürtçe yasaklanırken, PKK ‘teröründen’ bir eser dahi yoktu.

Kaldı ki “tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet” şiarı her şeyi anlatmaya yetiyor.

Dolayısıyla PKK’nin varlığından dolayı Kürt meselesi çözüme kavuşmuyor iddiası doğru değildir. Çünkü Türkiye, PKK dışında kalan ve silahlı mücadele yürütmeyen örgüt ve partileri de hedef aldı.

Yine ABD’den gelen açıklamalar üzerine, hükümet yetkilileri ve bazı köşe yazarlarının öne sürdükleri gibi, “Türkiye Kürtlerin ağabeyidir. Saddam katliamı esnasında Kürtlere kucak açmıştır” iddiaları da doğru değildir. Güneyli Kürtlerin kimyasal silahlardan kaçtıkları ve Türkiye sınırlarına dayandıkları zamanları çok iyi hatırlıyoruz.

Türkiye’nin önünde zaten fazla seçenek yoktu. Soğuk hava koşullarında sınıra dayanan yüzbinlerce Kürdün karlar içinde açlıktan ve donarak ölmelerini seyretmelerini, Türkiye’nin müttefiki olan batı dünyası herhalde müsaade etmezdi. NATO ülkesi ve AB’ye üye olmaya çalışan bir ülkenin yükümlülükleri vardır. Bunu da Kürtler üzerine minnet etmesin “Türk kardeşlerimiz.”

Türkiye, Suriye’de ‘Kürtlere karşı değil teröre karşı savaşıyor’ iddiasının doğru olmadığının diğer bir kanıtı ise, Türkiye’nin bağımsızlık referandumu döneminde izlediği politikalardır. Türkiye ‘hassas şartlardan’ dolayı referanduma onay vermek zorunda değildi, ancak Kerkük’ü Kürtlerden almayı, daha sonra Erbil ve Dûhok’u da işgal etmek isteyen ve Başkan Barzani’yi Bağdat’ta mahkeme huzuruna çıkarmayı hedefleyen terbiyesizlerle birlikte hareket etmek zorunda da değildi.

Kısaca özetleyecek olursak;

Türkiye’nin Ortadoğu’da takip ettiği siyaset tamamen Kürtlere endekslidir, Kürtlerin kazanımlarını engellemek içindir ve statü sahibi olmalarını engellemek üzerinedir. Bu yanlış siyasette başarılı olmak için de her türlü savaşı yürütmekte kararlıdır. Oysa bu Anti-Kürt siyasetin Türkiye’ye zerre kadar faydası olmadığı gibi, Türkiye’yi felakete götürecek kadar da tehlikelidir.

Kürtlere düşen görev ise, her ne pahasına olursa olsun birlikte hareket etmektir.

Eğer Türkiye, siyasetinde başarılı olmak için ÖSO, AL NUSRA ile birlikte yürümekten sakınca görmüyor ve hatta IŞİD’e göz kırpıyorsa, neden hâlâ köle muamelesi gören Kürtler birlikte hareket etmesin?

 

Rojhat Amedi

11.01.2019