‘Ümmetçilik’ ve ‘Halkçılık’ molozu altında ezilen Kürtler

Kürtler, çok hassas bir dönemden geçiyor. Kürtlerin uluslararası terörizme karşı mücadelede sergiledikleri kahramanlık ve elde ettikleri konum, Kürtlere muazzam fırsatlar yaratmıştır. Kürtler, tarihte benzeri fırsatları birkaç kez elde etmelerine rağmen değerlendirememişlerdi. Bunun en önemli nedenlerinden biri ise ulus gibi hareket etmemek, Kürt milliyetçiliğinden uzak durmak idi.

Türkiye ve İran, Kürtlerin, Kürt milliyetçiliğinden uzak durmaları için genellikle İslam dinini kullanmışlardı. Kürtlere, milliyetçi olmaları yerine “Ümmetçi” olma anlayışını empoze etmişlerdir.

İslam dini ile bağı olmayan Kürtlere ise Kürt milliyetçisi olmak yerine, solcu, sosyalist “ileri görüşlü” olma anlayışı empoze edilmiştir.

Kürtlük “gericiliktir” 

“İlerici” olmak istiyorsan, ümmetçi ve halkçı olup Filistinlilerin bağımsızlığını savunacaksın. Filistin için ne kadar bağırırsan daha fazla “mümin” daha fazla “ilerici” olursun anlayışını empoze ettiler. Bir de Kürtlerin devletleşmişine karşı çıkarsan, “mümin” ve “ilericiliği” tam garantilemiş olursun anlayışını hakim kıldılar.

Söz konusu “Mümin” ve “İlericiler” aynı cephede görünmüyor olsalar bile aynı nizama hizmet ediyorlar. Türkiye ve İran’ın oluşturduğu, “Devlet iyi değil, Kürtlere devlet gerekmez, ulus devlet gericiliktir” nizamına hizmet ediyorlar. 

İşte bu her iki anlayış Kürtlerin, eline geçen fırsatların değerlendirilmesi açısından en büyük engeli teşkil ediyordu ve bu durumun hala ciddi bir şekilde varlığını koruyor.

Osmanlı İmparatorluğunun dağılması sürecinde, Kürtlerin eline geçen fırsatlar ümmetçi anlayıştan dolayı değerlendirilemedi.

Mustafa Kemal, İngilizlerin Kürtlerle yaklaşımını engellemek için, 1919 yılında Şeyh Mahmut Berzenci’nin de aralarında bulunduğu, Kürt şeyh ve aşiret reislerine gönderdiği telgraf ve mektuplarda, Türk ve Kürtlerin İslam memleketlerinin düşman çizmeleri altında kalmaması için birlikte yürüttükleri bir mücadelenin olduğunu, düşmanların Kürdistan’ı Ermenistan yapacaklarını ifade ederek duruma engel olmak için Kürtlerden yardım talep ediyordu.

Ortak mücadele sonunda, Kürtlere milli hakları verilecekti

Kürt aşiret ve şeyhlerinin büyük bir bölümüne gönderilen telgraf ve mektuplar Barzanilere gönderilmemişti. Çünkü Şeyh Abdüsselam Barzani, 1907 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı mücadele başlatmış ancak bazı Kürt aşiretleri, Şeyh Abdüsselam Barzani’ye ihanet edip onu 14 Aralık 1914’te idam eden Osmanlılara teslim etmişlerdi.  

Barzaniler, bugün olduğu gibi o dönemde de Kürdistan çizgisinden taviz vermemişlerdi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün çoğu dindar Kürt aşiret ve reislerini örgütlemelerine karşın, İngilizler, Türklere karşı Kürdistan’daki boşluğu doldurmak için, 1922 yılında Şeyh Mahmut Berzenci’yi sürgünden geri getirdiler. Ancak Şeyh Mahmut Berzenci, İslam dini ile yakından uzaktan alakası olmayan Mustafa Kemal Atatürk ile birleşip İngilizlere karşı savaşmayı tercih etmişti. 

Mustafa Kemal, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşmasıyla Şeyh Mahmut Berzenci ile olan “ortaklığı” sonlandırırken, İngilizlerden, Güney Kürdistan’da Kürt oluşumlarına izin vermeme garantisini aldı. “Yeni Türkiye sınırlarında” kalan Kürtlere verdiği vaatleri de ayakları altına aldı.

Kürtler, burada Türklerin oyununa gelmiş, “kafir İngilizlerden” uzak, “Ümmet-i İslami’nin” yanında durma palavrasına kanarak Kürtlerin statüsüz kalmasına, kimliksiz ve Türk’ün kölesi kalmasına neden olmuştur.  

Aradan 100 yıl geçti. 

Kürtler, 20’inci yüzyılın başlarında olduğu gibi şimdi de kaderlerini değiştirebilecek fırsatlar ile karşı karşıya gelmiştir.

Kürt solunun kıble ilan ettiği Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla Güney Kürdistan kısmen de olsa özgürlüğüne kavuştu.

Şimdi de Güneybatı Kürdistan, aynı süreçten geçiyor. Doğu Kürdistan’da ise her an büyük sürprizler yaşanabilir.

İzlediği anti-Kürt politikalardan dolayı iflasın eşiğine gelen Türkiye, Kürt ve Kürdistan sorununda ciddi değişiklikler yapmak zorunda.

Bu muazzam gelişmeler karşısında; Kürtlerin devlet olmamaları ve herhangi bir statü elde etmemeleri için yoğun bir çaba sarf ediliyor. Kürtlerin elde edilen kazanımlara rağmen, Türkiye’de “Türk”, İran’da “Fars”, Irak ve Suriye’de “Arap”  ve esir kalmaları için diplomasi trafiği devam ettiriliyor. Bunun başını ise Türkiye ile İran çekiyor. 

Kürtlere, yine “Mümin” ve “Halkçı” kalmalarını öğütlüyorlar. 

Sürekli, “Devlet olma fikrini çöpe attık, “Eli kanlı ABD ve Fransa devlet olmamızı dayatıyor, ama biz bu ‘oyuna’ gelmeyeceğiz” diyen “halkçı Kürtler” Filistin’in devlet olmasında herhangi bir sakınca görmüyorlar.  

“Ümmetçi Kürtler” de aynı düşünüyor. “ABD şeytandır, coğrafyamızdan uzak dursun, biz sorunlarımızı hallederiz” söylemleri ile “halkçı Kürtler“ ile aynı nizama hizmet ediyorlar. 

Filistinlilerin devletleşmesi için savaşmaya hazır olan, Kudüs için gece gündüz dua eden “Ümmetçi Kürtler” aynı duyarlılığı Kürdistan, Kerkük ve Efrin için göstermiyorlar.  

Daha açık izah edecek olursak, her iki taraf da Türkiye ve İran’ın anti Kürt politikasına hizmet ediyorlar. “Ümmetçiler” dindar ve muhafazakâr Kürtlere hitap ederken, “Halkçılar” ise solcu “ileri görüşlü” Kürtlere hitap ediyor.

Ve tarih tekerrür ediyor;

Kürtler, yine bir asır sonra muazzam fırsatlar elde etmişken, bunu eskiden olduğu gibi Türkiye ve İran’ın anti Kürt nizamına feda etmek yerine, mazlum Kürt milletinin diğer milletler gibi ulusal haklarını elde etmeleri için değerlendirmek zorundalar. Bunu yapmak ne Ümmet’e ne de halklara düşmanlık değildir.

Aksine yıllardan beri süre gelen sorunların çözümü ve dolayısıyla sağlanacak barışın teminatı demektir.  

Bu çerçevede, ABD ve uluslararası koalisyonunun, Güney ve Güneybatı Kürdistan’da desteklediği gelişmeler bütün Kürt tarafları tarafından kayıtsız koşulsuz desteklenmelidir. 

Türkiye’nin iddia ettiği gibi, Güneybatı Kürdistan, Türkiye ve İran’ın sebep olduğu siyasi kaosa rağmen “terör yuvası” değildir. 

“Ümmetçi” Kürtlerin önemle dikkate almaları gerekir;

Ne birlikte hareket ettikleri Türkiye ne “Şeytana” karşı destekledikleri İran, ne de müttefiki oldukları Müslüman kardeşler… Barzaniler gibi Müslüman olamaz. Sakın, bunlardan hiç kimse Barzanilere İslam’ı öğretmeye kalkmasın.

“Ümmetçi” Kürtlerin, örnek aldıkları Selahaddin’i Eyyubi’nin Kudüs’te sağladığı dinler arası tolerans, torunları tarafından hem Güney hem de Güneybatı Kürdistan’da 1000 yıl sonra tekrar hayat bulmuştur.

O “terörist” ve “Komünist” olarak suçlananlar, Allah’ın yarattığı dinlere, İslam’ı kendi ırklarının hizmeti için kullanan Türkiye ve İran’dan çok daha fazla değer veriyorlar. 

“Halkçı” PKK’ye gelince;

PKK, Türkiye’nin “Kuzey Irak terör yuvasıdır” argümanına alet olmuştur. 

PKK’nin, “Biz hareketimizi Türk ve KDP ortaklığına karşı koruyoruz” iddiası doğru değildir. Çünkü PKK, 90’lı yıllarda Türkiye’nin Güney Kürdistan’ı tanımadığı ve ilişkilerin olmadığı dönemlerde de savaşıyordu.

Türkler, 1991 yılında körfez savaşının ardından Güney’de meydana gelen Kürt oluşumuna müsaade etmeyeceklerini söylüyorlardı. PKK ise, Güney’deki yeni oluşumu ”Emperyalizmin Oyunları” olarak adlandırıyordu.

Türkiye, Zaho gümrük kapısına, Kürtleri baypas eden alternatif gümrük kapısı projesi üzerinde çalışırken PKK, Cizre ve Silopi güzergâhından Güney’e erzak taşıyan TIR’ları ateşe veriyordu. 

1992 yılında, Güney’de yapılan seçimlerin ardından kurulan Parlamentoya “Emperyalizmin kukla Parlamentosu” diye saldıran ve Avrupa’da Kürdistan Ulusal Meclisi (KUM) adında “alternatif Parlamento” kuran yine PKK idi. 

Demek ki, PKK’nin bugün KDP’ye savaş ilan etmesinin nedeni Türkiye ilişkileri değildir. Kaldı ki, Türkiye’nin son 3 yıldaki ilişkileri 90’lı yılların zorunlu ilişkileri gibidir. 

Daha açık izah edelim;

PKK’nin KDP’ye açtığı savaşın asıl nedeni, KDP’nin ulusalcı çizgisidir.

Bugün, “KDP devlet istemekle Kürtleri belaya sürüklüyor” diyen PKK, eskiden “KDP otonomi talepleri ile Kürtleri temsil edemez” diyordu. KDP ne yapsa ne istese farketmez, çünkü KDP, PKK’nin hedefindedir.

Bu çizgi PKK’yi öyle bir noktaya getirdi ki, KDP’yi vurmak için Hizbullah ve Haşdi Şabi ile müttefik olmakta bir kusur görmüyorlar. Şengal’in Kürdistan coğrafyasına bağlanması yerine, Bağdat’ta bağlı kalmasından yana tavır takınıyorlar çünkü bunu İran ve İran’a bağlı taraflar talep ediyor.

Sonuç olarak; Kürt tarafların birbirine karşı durmalarının ve bunun zaman zaman iç çatışmalara dönüşmesinin arkasında Türkiye ve İran bulunuyor. Yarattıkları anti-Kürt nizam vardır. Buna karşı durmanın yolu, ABD ve uluslararası koalisyon ile bütünleşmekten geçiyor.

Aksi taktirde;

Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ve Türkiye’de cumhuriyetin kuruluş aşamasında yapılan hataları tekrarlamakla Kürt milletini yine Türk ve İran sömürgecilerinin esiri kalmaya mahkûm etmekle affedilmez suç işlemiş oluruz.

Bütün eksikliklere rağmen, Kürt ulusalcılığı çizgisini temsil eden KDP, anti-Kürt nizamin hedefinde olduğu ve bütün örgüt, partilerin ana partisi konumunda olduğu için, üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmek zorundadır. 

Barzani, KDP ve Kürt milliyetçiliğine yabancı olan, para ile terbiye edilmiş kadrolar, KDP misyonunun gelişmesi önünde en büyük engeldir. 

KDP, KDP’liliğin gerekliliğini artık yerine getirmelidir. Ümmetçi ve halkçı Kürtler de Türkiye ile İran'ın yarattığı anti-Kürt nizamdan uzak durmalıdır.                                 


 

Rojhat Amedî 

18.11.2020

 

Yazarın Diğer yazıları  : ‘Ümmetçilik’ ve ‘Halkçılık’ molozu altında ezilen Kürtler

 

 


(℗) PeyamaKurd

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.